(Fırat Öter’e)
Soğuk. Üşüyorum, titriyorum, hem terliyim de. Doktorun bön suratı burnumun dibine kadar girmiş boğuk sesler çıkarıyor. Konuşurken verdiği nefeste bile titriyorum. Keşke gitse.
Sustu. Soru soran insanın aptal sessizliğini yaşıyor şimdi. Ne soruyor acaba? Yaşım veya ismim olsa gerek. 11 desem anlar mı ki bu aptal suratla. Ya da ben diyebilir miyim? Dudaklarım hareket etmiyor.
Sıkıldım. Neyse, suratımın dibinden çekildi zaten. Annemle babama ne söylüyorsa aptal herif, bizimkilerin hiç hali kalmadı artık. Annem ağlamaya başladı şimdi. Şimdi… Ölecek miyim? Babam, annemin ağlamasından rahatsız olduğu ve her zamanki gibi sessiz bir odada oturmak istediği için çıktı. Şu kadının, şu adama çektirdikleri… Bu kadar alakasız iki insan niye çocuk yapar da eziyet çektirirler ki ona? Neyse, artık bunu bir sonraki çocukları düşünsün. Ben gidiyorum.
Karanlık. Gözlerim mi kapandı, yoksa uyudum mu? Uyusam rüya görürdüm belki. Belki öldüm ya da. Tamam. Hiç rüya görmezsem ya gözlerim kapalı ya da öldüm demektir. Ses de duyabilsem bu ikisinden hangisi olduğunu da anlardım… Madem hemen ölecektim ne anlamı vardı bunca kavga gürültünün. İnsan hep bekliyor küçükken, söz sahibi olabilmeyi, kızabilmeyi(gerçekten), ağlatabilmeyi(gerçekten), büyümeyi bir de; en çok. Bekleyerek geçirdim zamanı ve şimdi bu… Of! Annemin düşünme şekli hep bunlar, babam olsa; “illa bir nedeni mi olması lazım” derdi. Sonra hep beraber rahatsız bir halde susardık. Babamın rahatsız edebilme ve susturabilme yeteneklerini kıskanmışımdır hep. Ben öyle acımasız, öyle soğuk olamıyorum. Korkuyorum hemen. Hemen ağlıyorum. Kelimelere hakim olmak istiyorum hem, hem sessizlik, sessizliğimi istiyorum. Babam gibi… Neyse. Babamın istediği gibi güçlü olmayı da, artık diğer çocuk düşünsün. Abim de evden ayrıldıktan sonra bir çocukları olması şart. Bir çocuk olmadan yapamazlar onlar. Herkesin üstüne kendi yapamadıklarını yüklediği bir el arabası olması lazım. Benim gibi. Öğretmen olmanın yarattığı hayal kırıklığıyla benim bilim adamı olmamı isteyen matematik öğretmenim. Çocuk gibi konuşup, düşünmüyorum diye her derdini bana anlatan abimin arkadaşları. Sırf az konuşup sınıftakileri salak olarak görüyorum diye bana ilgi gösteren ön sıradaki güzelce ve salakça kız. Daha da fazla olgun olmam için susan babam. Benden açıkça korkan ve olabildiğince uzak duran abim. Ortaya bir dram çıksın da ağlayayım diye bekleyen annem. Yoruldum ben. Gidiyorum.

Tanklar… Tanklar mı? Bir tepenin üzerinden ardı ardına geçen tanklar görüyorum. Savaş mı çıktı? Galiba artık düşünme yetimi kaybettim. Tepeye çıkmaya çalıştıkça üstüm başım çamur içinde kalıyor. Pislik, içine çekiyor beni. Ve çürümüş gibi kokuyor. Askerler. Sıralı halde yürüyorlar, güneşin battığı yere gidiyorlar. Kalabalığın arasından sıyrılmaya çalışıyorum. İnsanlarda kötü bir duygu var. Sanki bir çeşit bi gücü hissediyorlarmış gibi. Sanki bu güç onlarınmış gibi çirkin bir coşku. Kimse çekilmek istemiyor. Nefes alamıyorum. Yere düştüm şimdi. Sürünüyorum. Askerlere ulaşmam lazım. Yine çürük kokusu. İnsan bacaklarının arasından sıyrılıp asker bacaklarının ritmine ulaşıyorum. Askerlerin… yüzü yok. Üniformalarının içi boş. Uzağa gidiyorlar, kızıl güneşe gidiyorlar. Ve sırayla uzaktaki uçurumdan aşağı bırakıyorlar kendilerini. Onlar öldükçe o coşku benim de içimi kaplıyor. Hepimiz bizim için ölen insanlar olduğu için üzüntüye gizlenmiş bir sevinç duyuyoruz sanki. En bayağı söylemiyle; “hepsi birer sayı bizim için”. Ama farklı sayılar, çünkü gittikçe büyüyorlar. Ve büyüdükçe kokuyor ortalık. Uçurumun kenarında general kıyafetiyle babam asker selamına durmuş. Biz gizli gizli gülümserken aramızda sırıtacak samimiyeti gösterme cesaretine sahip tek kişi babam. Ve biz coşkumuzla napacağımızı bilmiyoruz.
Annem? Annem ağlıyor, hiç ağlamadığı gibi coşkuyla, boğazından hırıltılar çıkararak ağlıyor. Ve anlamsız bağırtıları bizim coşkumuzu şekillendiriyor. Annem, hepimizden yüksekte ve parlak. Kocaman silindir bir şapkanın üzerinde ve frak giymiş. Konuşurken aşağı akan gözyaşları ve salyası, parlak siyah ayakkabılarını kirletiyor. Coşkularımız şekillendikçe birbirimize dönüyoruz. Bazılarımız, bazılarımıza çok haklı bir nedenden ötürü sinirliyiz. Onlar da bize aynı şekilde karşılık veriyorlar. Dişlerimizi sıkmaktan diş etlerimiz kanıyor. Dayanmamıza gerek olmadığını bilmemize rağmen yine de bir kıvılcım bekliyoruz. Gelen bir çığlık bu ihtiyacı karşılıyor ve biz birbirimizi kanattıkça annemin şapkası daha çok büyüyor. Böylece gökyüzüne daha çok yaklaşıyor ve o ne kadar uzaksa o kadar rahatız. Ve bizim coşkumuz son şeklini alıyor.
Son. Ve sonu başıyla birleşen bir spiral. Karışık, saydam ve hepimiz içinde olmaktan mutluyuz. Bizim dünyamızda bebekler annelerini istemeyerek öldürüyorlar ve hepimiz aynı çirkinlikle bunu kutluyoruz. Çünkü siyah ve beyaz olmasaydık bunu başaramazdık.

Büyüyorum. Büyüdüğümü hissediyorum ama fiziksel olarak değil. Garip bir duygu bu ve her yanımı sarıyor. Ben büyüdüğümü hissettikçe annemin şapkası küçülüp tam kafama oturacak boyuta geliyor. Şapkayı giyiyorum çünkü başka türlü olamaz. Artık her şeyin sebebini ve coşkumuzu ben şekillendirebilirim. Ama yapmak istemiyorum. Yapabileceğimi bilmek istiyorum. O kadar. Kafamda bir devlet kuruyorum. Tek karar mekanizması kendi kendini çalıştıran bir bisiklet, tek yargımız kendimiz dışındaki bütün insanları ve tek gücümüz sesimizin çıkması. İnsanlar bu gücün ne kadar büyük olduğunun farkında. En altta insanlar var, onların üstünde ve üstünde. Tek bir binanın içindeyiz ve şehitlerimizin mezarlarını kazma projelerini tartışıyoruz. Herkes bir şeye sahip olmak için hak etmek ve bedelini ödemek zorunda. Birden fazla kişilik gruplaşmalara müsamaha gösterilmeyecek. O yüzden basit tutmakta fayda var; üst üste yığılmışız hepimiz. Tamamen özgür olduğumuz bir toplu katliam içindeyiz.
Benim. Artık her şeyi uzaktan görme yetisine sahibim. Zor olanı ben yapıyorum ve o yüzden en çok ödülü ben hak ediyorum. Artık bana yüklenen her ağırlığın beni daha çok hafiflettiğini biliyorum. Ama bunu saklamak ve hayranlık uyandırmak gerek. Artık daha iyi olabilirim.
İyi? Daha iyi mi olayım? Daha da iyi mi olayım? Başka bir durumda, daha iyi olayım yani. İyi… İşte. Siz elinizde şişlerinizle annenizi şişlemeye hazır bebekler gibi kundaklarınızda uyurken. Ben hep daha iyi olayım yani?.. Ama benim eşim yok ki?
Uyanıyorum. Sonunda. Annem başımda sevinçten ağlamaya başlayıp önemsiz şeyler söylüyor. “Anlıyorum” diyorum. “Seni bize Allah bağışladı” diyor. Gülümsüyorum. Sonra içeri babam giriyor, mutlu bir sessizlik hepimizi rahatsız ediyor. O da diğer yanıma geçiyor. Annem, babam ve ben; benim kusursuz devletim. Şimdilik. Ve benim artık bir görevim var…

12 Kasım 2011